1. HABERLER

  2. GÜNCEL

  3. İçimizdeki pisliklerden arınmalıyız!
İçimizdeki pisliklerden arınmalıyız!

İçimizdeki pisliklerden arınmalıyız!

Ellerimizle düzelteceğimiz her şey bizden bedel isteyecektir. Her bedel bizimle Allah arısındaki perdeyi kaldıracaktır. İman ediyorum ve diyorum ki; riyasız ödenen bedeller sonucu, zalimlerin akıbeti iki dudağımızın arasındadır!

A+A-

Türkiye’de bütün düşünce grupları, hezeyanlarını bir inanç haline getirmiştir. Yıllardır devam eden riyakar inanç bilinci, bir çoğumuzun işine gelmiştir. Sol grupların sendikal hak arayışları sadece ilgili işçi sınıfını ilgilendiren ya da bölgesel sorunların seslendirici aktörlerinde hep imtiyaz hakkını kollayıp gözetleyen bir mücadeleye dönüşmüştür. Halkın bütün kesimini içine dahil edecek, halkın haklarını arayan bir düşünce ve eylem stratejisi hiçbir ideolojinin önceliği olmamıştır. Solun kendine hayat bulması, -her ne kadar bedel ödeyen bir hareket olsa da- devleti yönetenlerin merhameti ve yakınlığıyla doğrudan büyüyen bir hareket ivmesi kazanmıştır. Milliyetçi düşüncenin havarileri vatanını sevmeyi bilmiştir belki ama sevgiye ortak aramayan bir kıskançlık göstermiştir. Devlet ve vatan sevgisi, milliyetçilerin kaba kuvvet anlayışına kurban gitmiştir. Benim dert edindiğim esas grup, kendini Müslüman olarak adlandıran kesimdir. “Müslüman olduğunu söyleyen herkes Müslümandır” sözünün tartışma yeri şimdi değildir. Daha sonra, ona ait düşüncelerimizi de söyleriz.
 
Türkiye Müslümanlarının inançları kayıptır. Kayıp; bulunabilir bir şeydir. Arama azminde olanların sayısını bilemeyiz ama görünen o ki; gerçek anlamda kaybettiğini arayan dert yükü insan topluluğu da yoktur. Denilebilir ki; kaybettiğinin farkında olmayan, varolanla yaşamayı mutluluk sayan çoğunluk, arama gayreti içine giren insanları da, lüzumsuz şeylerle uğraşmakla adlandırabilir.
 
İslam’ın üç temel ilkesi olduğuna inanıyorum:
 
1. Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak; şirk koşmamak.
2. Kul hakkından kaçınmak.
3. Bir haksızlık olduğunda ya da bir yanlışa tanık olduğumuzda elimizle düzeltmek, ona gücümüz yetmiyorsa dilimizle düzeltmek, ona da gücümüz yetmiyorsa kalben buğzetmek…
 
İlk maddeyi inanmayanlar için kaldırabiliriz. İki esas ilke, bütün insanlığın kurtuluş reçetesi olacak türden hayatın/dünyada varlık nedenimizin özeti olabilir.
 
İnanç aşikar bir söylevdir. İnandığınızı açıkça söyleyebilmelisiniz. Kaldı ki, Türkiye’de Allah’a inandığınızı söylemenizin bir sakıncası, ceza-i müeyyidesi de yoktur. İnandıklarını söyleyen inanan insanların kendilerine koydukları yasaklar, nasıl olmuşta, belli bir süre sonra olması gereken inancı da kayıplara karıştırmıştır? Bir devlet yönetiminden bahsetmiyorum. Şeriat inancı da değil söylediğim. Hayatımızda inandığımız Allah’ın; hayatlarına ortak olduğumuz insanlarla/toplumla yaşadıklarımızı ve yaşattıklarımızı kayıt altına aldırtması, zihnimizde ve yüreğimizde sağlam bir inanç mıdır?
 
Kul hakkı yememek: Dinli, dinsiz kim olursa olsun insanların hakkını gözetmek, Allah’ın en büyük adalet öğretisidir. Yemediğimiz gibi, gücümüz elimizle düzeltmeye yetecek kudretteyse, engel olmak en büyük ibadettir.
 
Kayıp inancın Müslümanları elde ettiklerini kaybetmemekte çok mahirdirler ama… Yurtları kayıt dışıdır, okulları kayıt dışıdır, gazeteleri kayıt dışıdır, vakıf/dernek malları kayıt dışıdır; bütün mekanlarını kayıt dışı yapmayı imanın ilkeleri haline dönüştürmüşlerdir. Daha keskin bir cümle kurmanın zamanı geldi: Allah’ın adını kullanarak topladıklarını, Allah’a rağmen zimmetlerine geçirmekte bir beis görmemişlerdir. Seçtikleri insanları da hırsızlığa alıştırmışlar, onlar eliyle elde ettikleri mekanlarında, Allah’ın isteklerini tebliğ edecek kadar yüzsüzleşmişlerdir. Hırsızların kurdukları gecekondu yapılar inşaa etmişlerdir. Kendimizle yüzleşmenin acısını yüreklerimizde hissederek, alet olduğumuz her ne varsa, -benim de geçmişte alet olduklarım vardır- arınmanın benliğimizde temizlenme damarlarını açmalıyız. Bu damar hepimizin yüreğinde bulunmaktadır. Vicdanlarımız, bizlere hafakanlar yaşatmalıdır. (Solcular da, Milliyetçiler de aynıdır: Benzerlik sadece Müslüman kesimin utanacağı bir şey değildir.) Devlet kurumlarından, özerk yapılardan, özellikle belediyelerden elde edilen paralar, arsalar vs. hepsi kayıt dışı elde edilmiştir. Basit bir sosyal etkinlik için dahi kapılarını aşındırdığımız yöneticilere, açıkça “Halkın kasasından çal ve bize ver” dediğimizin farkında olmalıyız. Dava için yaptırılan hırsızlıklar, daha sonra müteahhitlik hizmetleriyle büyütülmüştür. Kendi insanımızı zenginleştirme inancı, zenginleştirenin kendini de büyüteceği bir ahlaksızlığı öğretmiştir. Davaya aktarılan paralar düşmüş, kendini davalaştıran insanların kasalarına hesapsızca bir akar sağlanmıştır. Ahlak sadece belden aşağıya sıkıştırılan bir kavram olamaz. Belden aşağıya sıkıştırılan ahlakın bile -iki cinsin- gönüllü ilişkisi, Allah’ın affına muhataptır. Kul hakkının affını Allah kendinde görmediğine göre, inanan insanların, kul hakkını gasbetme rahatlığının nedeni; kayıp inançtan kaynaklanmaktadır.
 
Çağımız Müslümanlarının gerçekten inanç problemleri var. İmanın şartı olarak belirlenen maddelere inandığımız söylenemez. Tek bir maddesine adam gibi inanç taşısak, diğer maddelere de iman etmiş olacağız. Ahiret gününe iman’ı ölüm sonrasına ertelememizin alışılagelen bir sorgulama olduğunu düşünebiliriz. İmanın bütün şartlarına inanıyor ama Ahiret gününe iman etmiyoruz demek de yanıltıcı bir tesbittir. Eğer Ahiret gününe inansaydık, her şeyin hesabını ona göre yapardık cevabının karşısında Allah’a inanmak dikilir. Allah’ın varlığına inanan kişiye Ahiret de gerekmez. Allah’a, Kitaplarına, Peygamberlerine inanmamız diğer maddeleri de kuşatan bir inanç içermektedir. Kitapta ve Peygamberlerin sözlerinde melekler de, kader de, ahiret de var. Kavramları bırakın, ahkam ayetleri dahi müteşabihleştiren bir riyakarlık sirayet etti. Bunu kimsenin başarmasına gerek kalmadan, kendi iradelerimizle saçma sapan tartışmaların içine dalıyoruz.
 
Bilgi taşıyıcılarının yük altında kalışı, ilahi sözlere hakaret edilmesi kapılarını açmaktadır. Bütün bilgiler insanın dünya gelişiminden daha çok, şahsiyet gelişimi için olmalıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bizim zihnimizde bir medeniyettir. Düşmanının dahi koruduğu bir şahsiyettir. El-emin sıfatı Allah’ın kendisine bahşettiği ve kendi iradesiyle koruduğu bir sıfattır. Güvenilir insan. En çok ihtiyacımız olan şey güvenilir olmaktır. Allah inancı olmayan insanların dahi güvenilirlikleri devletleşen liderlikle son bulmuştur. Mesele devlet olmak da değildir. Sunulan hayatı kendimizden güven duyularak yaşamaktır bizlerin görevi.
 
Biz Müslümanların bildiklerimize ihaneti, Allah’a karşı Allah kelamlarını silah olarak kullandırmıştır. Yahudileşme temayülü tesbitinde bulunan insanların, siyonizm düşmanlığı yapan insanlarla arasında sadece gömlek farkı vardır. Yahudiler en azından kırma ırklarını dahi koruma altına alırken, biz Müslümanların seçkin liderleri, kendi insanlarının duygularını, inançlarını kırmışlardır. İnançlarımızı ideolojiye dönüştürdüğümüz günden bu yana, kendi emeklerimizi, kendi kanlarımızı emmeye başladık. Müslümanların sanal düşmanları hep ateistler olmuştur; gerçek düşmanlarını kendi benzerlerinden seçmişlerdir. Bir şeye inanmak namus bilmektir. Namusuna sahip çıkmayan insana söylenecek söz bellidir. Namus Allah’ın insanlığa öğrettiği bir kavramdır. Namusu anladığımız bilinçte öğreten bir ilahi irade olmasaydı, belki de hiçbir sorunumuz kalmayacaktı.
 
Ülkücü, Sosyalist, Muhafazakar kavramlarının yaşadığımız hayatın içinde karşılığı var; Müslüman denildiğinde nasıl bir karşılığı var kendimize sormalıyız. Müslüman… Ne kadar korkunç bir kavram boşluğu. Çünkü Müslüman şahsiyettir, yaşayan insandır.
 
Müslüman önce kendini düzelten, ailesini düzelten/koruyan, yakınlarını düzelten/koruyan, kavmini düzelten/koruyan, milletini düzelten/koruyan insan… Kendimizi düzeltmek standartlarımızdan vazgeçmekle başlar. Bütün düzeltilmesi gereken şeylerle kavgası olmayan adamın düzelteceği bir şey olamaz. Ailemizle çatışacağız, akrabalarımızla çatışacağız, kavmimizle çatışacağız, milletimizle çatışacağız… Düzeltmek, düzgün adam olmak anlamındadır. Kendimizi kurtaramadan, yakınlarımızı kurtaramadan, kavmimizi kurtaramadan, milletimizi kurtaramadan, sınır ötesi halkların derdiyle dertlenemeyiz. Sınır ötesi zalimlere kafa tutmak, sahtekarlıktır. Kendi zalimlerine sözü olmayan adamın, Amerika’ya, İsrail’e sözü olsa kaç yazar.
 
İnaçlarımızı kaybettik… Kaybettiğimiz inançlarımızı birileri hocaefendi oldu sundu, birileri şeyh, birileri entelektüel. İslam sunulan bir şey değildir; yaşanan bir şeydir. İslam Müslümanın yaşaması gereken bir inançtır. Sunulan her şey gösteridir ve izleyicilerinin paralarını/emeklerini toplar. Meselenin özüne gelelim; sunuculara verilen her kuruş Amerikan malına verilen her kuruştan daha bir zalimbesleyiciliği ve bizler için tehdit unsuru oluşturan daha ağır bir silahtır.
 
Hiçbir Peygamber “Risalet”le toplumlarında tanınan insanlar olmamıştır. Yaşadıkları toplumda güvenilen ve haksızlıklarla mücadele eden insanlar olarak tanınmışlardır. Nübüvvet’ten önce gönül fetihleri vardır. Sözü dolandırmanın bir anlamı yok. Ne insan olarak, ne de İslam’ı kabul eden Müslümanlar olarak bırakın toplumu, birbirimize karşı güven duymayan/duyulmayan insanlarız.
 
Kime karşı ya da hangi vakıaya nasıl tepki vereceğimizi bilemeyen insanlar olduk. Sembollerin arkasına sığınarak, varlıklarımızı devam ettirmeyi yeğledik. Etki alanlarımızı genişletme çabalarımıza rağmen, etkin insan bilincini, izzetini, haysiyetini, bilgeliğini hiç mi hiç önemsemedik. Dünyayı yönetmeye talip insanlara karşı, “Bir şehri yönetebilecek namuslu insan kadrosunun isim listesini oluşturabilir misiniz?” sorusu, hakiki bir sorudur! Din öğreticileri ve siyasiler insan mekteplerini kurmak zorundadırlar. Mektebin Kurucular Kurulu listesini dahi oluşturmakta zorlanırız.
 
İslam’ı ‘Oryantalist’ bir tartışma platformundan kurtarma niyeti taşıyan insanların da, kitapları sırtlarına yüklenmiş insanlar olduğunu söylemek, cahil cesareti değildir. Bizlerin küçük de olsa pratik geleneklere ihtiyacı var. Basit, sıradan ama insanca bir yaşamı paylaşabileceğimiz kendi mekanlarımıza dönmemiz gerekiyor. İçimizi ısıtacak, nostalji özlemlerinden de uzak, kendi alınterlerimizle oluşturacağımız, emek mekanlarına… “Tırnaklarımızla kazandık” diyeceğimiz, her tozuna alınterlerimizin sindiği, gösterişsiz ama huzur bulacağımız, ellerimizi nasırlaştıracağımız mekanlara… Ellerimizi çapayla, kürekle, kazmayla, kalemle; ayak şemiklerimizi ibadetle nasırlaştıracağımız bir yolculuk olmadan, huzur mekanlarına kavuşamayız.
 
Yine hiçbir Peygamber insani güç ve takatini yitirmeden “Mucize”lere tanık olmamıştır. Keramet ehli olduğu söylenen insanların ellerinin altında sihirli değneğin hazır olduğuna inanan insanların, Sünnetullah’ı inkar etmeye yeltendiklerini söylemek de cahil cesareti değildir. Mehdi beklentilerimiz de yok işin doğrusu. Ne kurtarıcı bekliyoruz ne de kendimizi kurtarmak için uğraşlar veriyoruz. Allah hepimizi, öncelikle kendimizden kurtarsın!

Dünyasını Cennetleştiren vaiz, hocaefendi ve ilim adamlarının her mekanda anlattığı Cennet inancı da kayıp bir inançtır. İnsan ömrü hadi yetmiş yıl olsun! (Taktir Allah’ındır. Misal olsun diye söylüyoruz.) Yetmiş yıllık saltana, ebedi bir saltanatı terk ediş de bir iman eksikliğidir. Dünyaya geliş nedenimiz sınanmaktır. Kendimize karşı, özelde de yaşadığımız hayata karşı sınanıyoruz. Bütün insanlar bizim Cennetimizdir. Cennet’in kapısı insandan geçmektedir. Geçeceğimiz kapının hakkını gasbederek, horlayarak, aşağılayarak, kırarak; o kapıdan içeriye giremeyiz. İnsan hem Cennet, hem de Cehennem kapımızdır. İnsana yapılan iyilikler Cennet kapısını; insana yapılan kötülükler de Cehennem kapısını aralayacaktır. Bela istenecek bir talep olamaz ama belaya bulaşmadan da belayı savamayız. Kirlenmişliklerimizden arınmak, beladan kurtulmakla olacaktır. Belaya bulaşmaktan kaçamayız, çünkü bela sadece bizim karşımıza çıkmayacaktır. Biz kendimiz için belayı savacağız ama başkalarına bulaşmasını engelleyeceğiz. Bir annenin çocuğu için kendini feda etmesi nasıl kutsanacak bir davranışsa, ebedi dostluklara kavuşmak için kendimizi feda etmemiz de yadırganamaz. İnanıyorsak, biliyoruz ki, hesap gününde çocuklarımızın, eşlerimizin değil, kendi dertlerimizin peşinde koşacağız. Bizim dünyaya Cenneti değil, Mahşeri taşımamız gerekiyor.
 
Yanlışı her kim yaparsa yapsın karşısında durmak, doğruyu her kim söylerse söylesin yanında yer almak; imanımızın ilkesidir: İnancın temel öğretisi de budur. Lafla çok insanlar uçurduk, çok insanlar büyüttük, çok zaferler kazandık, çok bayramlar yaptık ama bir sözle kaçacak delikler aradık.
 
Hakka talip olan hakikat adamlarını zorlu bir mücadele beklemektedir. 
 
Ellerimizle düzelteceğimiz her şey bizden bedel isteyecektir. Her bedel bizimle Allah arısındaki perdeyi kaldıracaktır. İman ediyorum ve diyorum ki; riyasız ödenen bedeller sonucu, zalimlerin akıbeti iki dudağımızın arasındadır! 2009

Önceki ve Sonraki Haberler