Taban beşten büyüktür!
Türkiye’de güç elde etmenin tek yolu, konjonktürün kişiye sunduğu imkanı değerlendirme kabiliyetinde saklıdır; kendine imkan sağlayanları ürkütmeden, onların çıkarlarını güç elde edene kadar korumak, gücün her türlü rantından taksim edildiği kadarına razı olmak, sonra da masanın bir kenarına oturacak kadar kendine yer açılmasını beklemektir.
İdeolojiye, dünya görüşüne, davaya sadakat değildir güce kavuşmanın yolu, gücü elinde bulunduran kişilerin kendi güçlerini korumak ya da artırmak için her türlü isteğin yerine getirilmesini gerçekleştiren kişi olmaktır, insan olmak değil.
Devleti yönetenlerin hiyerarşisinde bulunan kurum yöneticileri ve onların alt halkaları kısmi özerklik alanlarında istediği gibi at koşturabilir, buna yönetici irade göz de yumacaktır, kişinin bağlılığı yönetici kadronun istekleri karşısında kişinin kendi isteklerinden vazgeçebilmesiyle sınanır.
Konjonktür, gerçeklikle birlikte duygusal yoğunluğun toplum vicdanında yankı bulduğu imkanları da sunar. Alışılagelmiş hiyerarşi kültürü tam da böylesi zamanlarda kendine makam verilen kişileri kamuoyu ve yönetici kadro arasında sıkıştırır.
Kamuoyunun etkisi Türk toplumunda geçici bir süreyle sınırlıdır, güce itaat eden kişiler kamuoyunun baskısı karşısında yönetici kadronun da göz yummak zorunda kaldığı bazı kararlara imza atar. Ne zaman ki, toplum vicdanı soğumaya görsün, göz önünde hizmet ettirilen kişiler geri hizmetlere çekilir.
Güç karşısında istenileni verdiğiniz sürece makam ömrünüzü uzatabilirsiniz, bu makamın ölümsüzlüğü anlamına gelmez, bazen sebep basit bir bahane olur bazen de itaatinizin takdiri olarak görevden uzaklaştırılırsınız.
Kimilerine göre beş bin yıl, kimilerine göre iki bin yıl olan devlet geleneği tarihsel bir bilgi olarak dahi aktarılabilmiş değildir ki, gelenek olarak aktarılabilsin.
Türk toplumu, kendi kimliğini yaşadığımız bu yüz yılda dahi tartışabilmektedir.
Herkes tarafından kabul gören, gurur duyulan bir kimlik şahsiyeti insanımıza kazandırılamamıştır.
Millet olmanın önüne ideolojiler ve siyasi kimlikler geçmiştir.
Türkiye rejim ve yönetim meselesini de çözememiştir, başkanlık ve parlamento tartışmaları devam etmektedir.
Yönetim modeli arayışından daha çok yönetime ortak olmanın yolları aranmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kendi aydınlanma sürecinde birçok inkıtalar yaşamıştır. Türkiye’nin en büyük sorunu aydın insan eksikliğidir. Türkiye’de siyaset birçok şey üretebilmektedir ama üreten insanları kısırlaştırmaktadır.
Yine aydın olma yolunda yol kateden birçok insanımız, güç karşısında zihinsel aydınlık emeklerini, kendilerine aydınlık bir gelecek sunan gücün hizmetine sunacak duruma gelmiştir.
Hayatı doğum ve ölüm arasına sıkıştıran insanların ilkeleri yalancı bahardan ibarettir.
Geçmişin birikimi, emeği, alın teri kişileri bir yerlere er ya da geç taşıyacaktır.
Yürünen yol konjonktür yolu olduğu sürece, yolda azık düzen değil, yolda önceden biriktirilen azığın yenmesi ve tükenmesi olacaktır.
Bu yolda insanın uzun ömürlü, kısa ömürlü olması kendine bağlı değildir.
Doğrudur, “Dünya beşten büyüktür” ama dünyanın her köşesini olmasa da, dünyanın kaynaklarını yiyenler de, bu kaynakların bulunduğu coğrafyaları karıştıranlar da bir elin parmakları kadar olan devletlerdir. O devletleri de yöneten yine bir elin parmakları kadar olan kişilerdir.
Bir hareket kazanmaktan kendi kazanımlarını korumaya döndüğünde, sadece kaybedilecek olan kazanımlar değil, yıllarca biriktirilen güven, samimiyet ve dava inancı olacaktır.
Yönetim ve güç insanın aklını başından alabilmektedir. Güç zehirlenmesi, güç deliliği, güç duygusallığı insana birçok yanlış kararlar aldırtabildiği gibi, gücü tadan insanların aynı güce ulaşabilmesi için de aklı devreden çıkaran istek ve hevesleri, kişiyi insan olmaktan çıkaran bir hastalık müptelası yapacaktır.
Türkiye’de “Dünya beşten büyük” denildiği gibi, bütün siyasi hareketlerde, sivil toplum örgütlerinde “Taban beşten büyük” diyen kişiler olmadığı sürece, güce tapma geleneği asla değişmeyecektir.
Konjonktürle gelen konjonktürle gider, konjonktür bu milletin en bulaşıcı hastalığıdır!