Suçun büyüğü siyasette mi?
Çaresizlikler, yokluklar geçmişte bizim insanımızın belini büktü.
Hepten yokluk değil aslında, çocuklarının savrulmasını istemeyen anne-babalar çocuklarını korumak istediler en başta.
Dinin insana hoş gelen yüzüyle borçlananın emir almasını bile ilahi emrin insan tezahürüne dönüştürdüler, namaz, fıkıh, sakal, başörtüsü üzerlerini süsledi ama diğer tarafta şahsiyetler işgal edildi.
Türkiye’de yüzlerce cemaat var, milyonlarca insan bu cemaatlerin rahleyi tedrisinden geçmiş durumda, bu insanlar kuşaklar boyunca ticarette, siyasette, mesleklerde hep varlar, toplumsal dönüşüm bir türlü gerçekleşmiyor.
İnsanların içine dokunulduğu kadar sosyal hayatlarına dokunulmadığı sürece de gerçekleşmeyecek.
İşin tepesine ulaşmak zor görünüyor, insanımız öyle bir duruma geldi ki, örnek olsun diye söylüyorum binlerce özürlü raporunun sahte olduğu çıktı ortaya.
Bu sahteliğe arka çıkan aileler var, doktorlar var, referansçılar var, kurum yetkilileri var, Konya’da bile binin üzerinde dosya askıya alınmış, maaşları kesilmiş.
Yine Konya gibi bir şehirde beş bin kadın polis koruması talebinde bulunmuş.
Haramın aşağıdan tepeye meşrulaştırıldığı bir döneme girdik, elbette ki bu açgözlülükler de son bulacak, böyle devam edecek değil, sorun siyasetten daha çok insan mektebi olarak gördüğümüz yerlerde, bunun anlaşılması gerekiyor.
Vakıfların derneklerin öncelikle vakıf insan sermayelerine kavuşturulması gerekiyor ki, vakıf insan yetişebilsin.
Belediyelerden ve proje adı altında devletten alınanların kullanıcılar tarafından bir kıymeti bilinmiyor, doğrusu buna hakları da yok!
FETÖ’den devralınan binaların neredeyse hepsi vakıflara devredildi, kocaman binalar ama yöneticiler de içleri de boş!
Devletten ve milletten çalınanlar devlet tarafından ihaleye çıkarılıp satılmalıydı.
Vakıflar insan yetiştiremediği gibi, mevcut yanlışlıklara kafa tutacak irade de gösteremiyor.
Kafa tutamamalarının nedeni kayıtdışı yerlerden beslenmeleri olsa da, hiç mi alternatif şuralar gerçekleştirilmez, hiç mi yasa taslakları hazırlanmaz, yaranmaksa öyle yaranamaz mı bunlar?
Hayır ona hiç gelemiyorlar, emeksiz kazancın emeğini beklemek de safdillik olur!
Siyasetten çok şey bekliyoruz, siyaset sadece insanların ihtiyaçlarını karşılayan yasaların ve imkanların sorumluluğunu taşır.
Bağımsızlığını tamamlayan ülkelerde bütün sorumluluk devleti yönetenlere yüklenebilir de, bizde her şeyin bir bağlılığı var, ille de cemaat olması gerekmiyor, ideolojiler de, örgütler de, çağdaşlığı kimseye bırakmayan sivil toplum örgütleri de kendilerine bir misyon yüklüyor ve rehber ediniyor, düşüncenin sınırları çiziliyor, fikirler mahkum ediliyor, kimse yaşadığı çağın içinde bile değil, önderleri dahi en az yüz yıl öncesinde yaşamış kişiler!
İlahileri, marşları, türküleri, şarkıları bile onlarca yıl öncesine ait toplumların söz dahi üretemediği bir zamanda yaşıyoruz, oysa konuşarak üreten toplumuz, onu bile besteye, güfteye dönüştüremiyoruz, yaşanmışlık yok çünkü!
Hayalleri olan rüyaları olmayan toplumlar az gider uz gider ancak bir arpa boyu yol gider!
Ne zaman ki, bu toplumun belli bir yüzdesi rüya görmeye başlarsa, rüyalarımız gerçek olacaktır!
Rüya yaşamanın uykuda bile devamlılığıdır!
Rüyası olmayan insan hayallerinin kuklasıdır!