Siyasi liderler de Türk toplumu da iki dilli!
“Tuhaf şeyler oluyor” denilmeye başlandığında, önceden düşünülmüş ya da düşündüğümüz şeyleri endişeli bir rol takınarak söylemeye başlarız.
Yavaş yavaş insanlar orta yolu bulan bir dil kullanmaya başlar.
İlerde nerede mevzileneceğini kestiremediği için cümleler de yuvarlanır, kanaatler de ucundan kıyısından paylaşılır.
Kimseyi suçlamak için insan karakterlerini kimsenin önüne serme niyeti de taşımıyorum, nedeni gayet açık; Cumhuriyet’in kuruluşundan buyana siyasi liderler de, siyasi taban da iki dilli olmayı tercih etti.
Mustafa Kemal’in ilk meclis konuşmalarında da bu iki dillilik var, gerçekleştirilen inkılapların kısa zamana yayılma aceleciliğinde de var. Hiçbiri halka sorulmamıştır; güç ele geçti mi niyetler de gerçekleştirilir.
Mustafa Kemal’le Tayyip Erdoğan arasındaki siyasi liderlerde de aynı iki dillilik dilini görürüz, onun için diğerleriyle ilgili örnekler vermeyi gereksiz görüyorum.
Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olduğu dönemde, rejimin kutsallarına dokunmadığını, hatta dokunacak olan AK Partili milletvekillerinin nasıl hışmına uğradığını hatırlatmaya da gerek yok.
Olgunlaşmayan meyvenin koparıldığında, kimseye faydası olmayacağı denklemi üzerinden gidildiğinde, hak verilmesi de gerekiyor. Çünkü kimlikli, kimlikle gelinen bir siyaset bu ülkede bu siyasi anlayışla gerçekleştilemez.
Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmiş bir Türkiye’yi “Kurtuluş Savaşı” adlandırmasıyla kahramanlaştırdık, topraklarımızı işgal eden, topraklarımız üzerinde devletler kurdurtan emperyalist devleri düşman devletler olarak dahi görmedik.
Nerdeyse Türk toplumunun hepsi düşmanlarına hayran oldu, Ortadoğu ülkelerini aşağılayan bir kompleksin içinde kendi kimliğini bulamayan bir üstünlük zehabına kapıldı.
Bugüne kadar hükümetlere yapılan darbeleri konuştuk da, askerin kendi içinde yaptığı darbeleri konuşmadık mesela.
Cumhuriyetin kuruluşundan buyana hükümetlere karşı yapılan darbeden daha çok askerin kendi içinde yaptığı darbeler gerçekleşti.
Kurucu irade Türkiye’de devletin geleneğine bağlı kalacak bir askeri yapılanma istemiyor, bir dönem bir siyasi düşünceye yakın askeri kanadı asker içinde iş başına getiriyor, bir dönem onları başka bir siyasi düşünce kanadıyla tasfiye ediyor. Silahlı güçlerin devlet aidiyeti ve geleneği maalesef bugüne kadar gerçekleştirilemedi.
Asker, yargı ve siyasette ister istemez insanlar bir yere gelmek ve bulundukları yeri korumak için iki dilli olmaya zorlandı.
Her güçlü liderle toplumu dönüştürecek projeler uygulamaya konuldu.
Mustafa Kemal devleti dönüştüren bir liderdir; İnönü, Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş, Özal ve Tayyip Erdoğan da kendi tabanlarını ve toplumu dönüştürmüştür.
Türkiye’nin ekonomik kalkınmasına bütün siyasi liderlerin katkısı olmuştur, içlerinde az yiyen/yediren, çok yiyen/yediren olmuştur ama hiçbiri bu toplumun ahlakî kalkınmasına katkı sağlamamıştır.
Erdoğan'ın Erbakan'a, Davutoğlu'nun Erdoğan'a bağlılık antlarını, Gül'ün 'siyasi demeçlerim olacak ama siyasete bir daha girmeyeceğim' sözlerini de derkenar olarak düşelim!
Ahlak; meslek ahlakıdır, iş ahlakıdır, söz ahlakıdır, düşünce ahlakıdır, eylem ahlakıdır.
Ahlakı bütünüyle kendinde kuşanan bir tane siyasi lider işbaşına gelememiştir, gelemez de, parti dahi kuramamıştır, parti kuracak sayıya dahi ulaşılamamıştır, çünkü bu toplum da iki dilli, güce tapan bir ahlaksızlığı ahlak haline getirdi!