Meşruiyetleri makamlarda bulmak!
Bu ülkede onlarca kişi Diyanet İşleri Başkanlığı yapmıştır, binlerce kişi müftülük yapmıştır.
Selçuklu döneminde ve Osmanlı döneminde yöneticilerle karşı karşıya gelen kadılar olmuştur.
Görevi başında bulunan bir Diyanet İşleri Başkanından ya da il, ilçe müftülerinden İslam’ın esaslarını bildikleri halde bu zamana kadar neden bir tane fetva çıkışları duyulmamıştır?
Aynı şekilde İlahiyat dekanları, ilahiyatçı profesörler neden dinin sosyal hayatı belirleyen ayetlerini derslerde anlattıkları halde, kamuoyunda idarecileri ve halkımızı uyaran çıkışlarda bulunmamaktadır.
Türkiye’de dinin sahtekarlar elinde pazar bulmasının müsebbibi başta Diyanet, sonra da İlahiyat Fakülteleri’dir.
Bir İlahiyat Fakültesi Dekanı’nın, Öğretim Üyesi’nin köşe yazarlarından dini makaleler paylaşması ya da edebiyatçılardan dini yazılar paylaşması kendilerine hakaret, kendilerini küçük düşürmektir!
İmam-ı Azam Ebu Hanife, dönemin halifesi Ebu Cafer Mansur'un günümüz makamı olarak adlandırabileceğimiz Diyanet İşleri Başkanlığı teklifini sırf Halife'yi meşrulaştırmamak için reddetmiştir.
Ne peygamber tavrı var hayatlarımızda ne de mezhep imamımızın tavrı.
Tam tersine o makamları haketmediği halde koşan bir sürü insan var.
Meşruiyetlerini makamlarda bulan zavallıların dini temsil etmesi de beklenemez!
İslam bir ruhban dini de değildir.
Müslüman olduğunu söyleyen herkes, Hz. Muhammed (s.a.v.) kadar dini yaşamakla vazifelidir.
Hz. Adem, "Ey Rabbim nefsime uydum, beni bağışla" demiştir.
Günahına İblis'i bile ortak etmemiştir.
Kimse falana uydum, çevrem beni yanılttı diyecek, bahaneler üretecek durumda da değildir.
Herkes kendi hesabını kendi verecektir.
İnanıyorsak hesaba çekileceğimiz bir ahiret var, inançsız bir insansak da onurlu yaşama şerefi var!