Laf söylemek gevşek ve yılışık insanların işi değildir!
Hayatta kendi konforundan başka bir şey düşünmeyen, toplumsal sorunları bütün insanlığın vicdanının kabardığı anda laf olsun diye gündemine alan insanlardan hazzetmiyorum.
Bu sürü topluluğunun kendileri gibi laftan başka bir şey üretmeyen onlarca çobanı var!
Hayati bir meselede endişeyi dillendirmek bir sorumluluktur, o meseleyi sulandıracak laflar sarfetmek, kişinin ne kadar hafif bir insan olduğunu da gösterir.
Espri çoğu kez laf söylemekten kaçmak, gevşeklik belirtisidir, yılışık insanların bizleri güldürmesine değil, söylenen sözlerin bedenlerimizi ve beynimizi zelzele gibi sarsan, kendimize getiren, içten sorgulamalarına ihtiyacımız var!
Neyin nasıl olması gerektiğini söyleyen insanların büyük bir çoğunluğu nasihat eden olmakla birlikte nasihatçı bir dil de kullanmıyor.
Nedense meselelerin içine kendini katmadan kenardan laf söylemeyi alışkanlık haline getiren insanlar, hasbelkader ya da konjonktür gereği bulunduğu yerlerde protokolde kendilerine yer ayrılmasını düşündüğü kadar, herhangi bir meselenin çözüme kavuşturulmasında aynı endişeyi taşımadığı için o koltuklarda oturanlar değişse de meseleler büyüdükçe büyüyor.
Bu ülkenin entelektüeli de, aydını da, yazarı da, romancısı da, şairi de şiir mısralarının ezberlendiği gibi harika sözler üretebiliyor, insanın yüreğine dokunan yazılar yazabiliyor, dilden dile dolaşan hikayeler uydurabiliyor, yeri geldiğinde kullanılacak atasözüne, deyimlere denk laflar sarfedebiliyor, olmayan şey yeri geldiğinde anlatabileceğimiz örnek davranışlarının, misal verebileceğimiz duruşlarının olmamasıdır.
Duruş dediğimiz şey inzivaya çekilmek de değildir, bugün bazı büyük dediğimiz aslında bizlerin büyüttüğü insanlar tevekkül görüntüsü altında kendine sığınak edindikleri, kutsanmasını istedikleri mekanlarında, kendilerini türbeye çevirdikleri bir hayatı tercih edecek duruma gelmiştir.
Yirmi yaşındaki bir gencin pazar meydanlarındaki gaspçılara isyanı yok, kırk yaşındaki bir adamın put kırma hevesliği yok, elli yaşındaki bir adamın devlet yönetimine toplumsal katılımı sağlayan adalet eşitliği de yok.
İslamcı kesim genelde siyasi yapıları sorgulamayı alışkanlık haline getirmektedir. Siyasi partilerin kuruluşunda bulunan kişilerin neden uzaklaştığını, uzaklaştırıldığını sorgulamaktadır, hiç kendi bulundukları yapıların cazibe merkezi haline geldiği dönemlerde kimlerin olduğunu, sonra o insanların nasıl uzaklaştığını, nasıl uzaklaştırıldıklarını sorgulamamaktadır.
Bir hareket ‘azamet’i tercih eden insanlarla kurulur, sonrasında ‘tulaka’ eliyle ganimet devşirilmeye başlanır, insanlık tarihi boyunca bu imtihan hiç değişmemiştir. Bulunduğumuz çağda değişim isteyen insanların nemalanmak isteyen bir güruh olup olmadıklarına bakılmalıdır.
İblis sağdan, soldan, alttan, üstten insanların gönlüne nasıl girileceğini öğretmiştir, en kolayı da Kur’an ve hadislerle insanlara yaklaşmaktır. Kimin ne söylediğine değil nasıl yaşadığına, makamlarda bulundukları dönemlerde kimlerle oturup kalktıklarına, makamlardan alaşağı edildiklerinde nasıl da halk gibi yaşayan insanlara yakınlaştıklarına, onlardan kuyruğu dik tutarak nasıl ‘eman’ dilendiklerine bakılmalıdır!
Hayatı para, şan, şöhret, makam ve imtiyaz için yaşayan insanların suret-i haktan görünmelerine, mızraklarına Kur’an sayfaları geçirmelerine bakılmamalıdır.
Baştan sona hak ehli diyebileceğimiz bir yapı yoksa, -böyle bir yapıyı önderler değil her birinin önceliği hakkı ayakta tutmak olan insanlar oluşturabilir- ehven-i şer denilen yapıların ehvenleşmesine katkı sağladığımız gibi kendi hikayelerimizi yazan insanlar olmalıyız!