İmamoğlu'nun mezesine ortak olan Davutoğlu'nun esaret itirafı!
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu telekonferans bağlantılarla, Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici’ye, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’e, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’na ve Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal’a Kanal İstanbul projesinin iptal edilmesine dönük gerekçelerini anlatmış. Hepsi de İmamoğlu’nun anlattıklarını anlasalar da anlamasalar da, destek mahiyetinde açıklamalarda ya da onayladıkları anlamına gelen baş sallamalarında bulunuyor.
İmamoğlu’nun eline tutuşturulan raporları okumaktan başka bir numarası da yok.
Ahmet Davutoğlu’nun Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne atıfta bulunarak, Kanal İstanbul’a karşı çıkışı, Musul ve 12 Adaların elden çıkmasına sebep olan nedenleri sıralamadan yeni kayıpların başlangıcı olabileceğine bağlaması, Türkiye’nin esaret altında yaşamaya mahkumiyetinin kabulüdür.
İmamoğlu da, Davutoğlu da, Perinçek de emperyalist ülkelere göz kırpıyor, emrinize amedeyiz mesajı veriliyor. Siyasilerin farklı renklerde gözükmesi aynı değirmene su taşıyan ameleler olmasını gizlemiyor.
Uysal, ne söylediğini kendisi de anlamıyor, Destici su sızdırdığının farkında da değil.
20 Temmuz 1936’da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Lozan Antlaşması’nda yer alan Boğazlar Sözleşmesi’nin korunması ve güvence altına alınmasıdır.
Kanal İstanbul’un maliyeti, toprak sarfiyatı, boğaz kıyılarından elde edilecek rant değil mesele, tam da Davutoğlu’nun üzerine basa basa duyurmaya çalıştığı Türkiye’nin bağımsızlık kararına karşı çıkıştır.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi İngiltere, Denizaşırı Britanya Ülkeleri, Rusya, Fransa, Japonya, İrlanda, Bulgarlar, Hindistan, Elenler Krallığı, Romanya ve Yugoslavya Krallığı ile Türkiye Cumhuriyeti arasında imzalanmıştır.
Bu ülkelerin ticaret ve savaş gemileri boğazlardan hiçbir kontrol yapılmadan geçebilecektir. Türkiye’ye savaş açacağından şüphe duyulan devletler de olsa bu geçiş hakları kısıtlanamaz. Vergi ve harç da alınamaz.
Kanal İstanbul projesi gerçekleştirildiği takdirde, Türkiye’nin şartlarını kendisinin belirleyeceği bir boğazı olacaktır. Türkiye güçlü bir devlet olduğu zaman zaten Montrö’nün şartları da, Lozan’ın dayatmaları da yırtılıp atılacaktır.
Her antlaşma kendi sosyal, ekonomik ve askeri güç seviyesinde değerlendirilmek zorundadır. Türkiye’nin o günkü şartları savaştan çıkan bir devlet için zorunluluksa, bugün kendi topraklarımız üzerinde bulunan boğazlar hakkında bir karar alma iradesi hala gösterilemiyorsa, yeni bir boğazın açılması, bütün inisiyatiflerin Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından kullanılacak olması önemli bir alternatiftir.
Kanal İstanbul’un maliyeti üzerinden şu kadar hastane, şu kadar okul, şu kadar fabrika yapılır gibi çıkışların bütünü emperyalist devlet karşısında boyun eğmenin maliyetle kamufle edilmesi olacaktır.
Toptan redçilik ve toptan kabulcülük her ne kadar siyasilerimize bir rant kazandırsa da, milletimizin kaybı olacaktır. İngilizlerin İstanbul işgali 1936 yılına kadar devam etmiştir, hala da mülki amirlerimiz üzerinde bu hakimiyetleri devam etmektedir. Kaymakamlarımızın zorunlu olarak İngiltere’ye gönderilmesi, kurmay albaylarımızın NATO’da eğitime tabi tutulması, Milli Eğitim politikamızın parasal kaynağından, uygulamaya varana kadar Amerika tarafından belirlenmesi T.B.M.M.’nin resmi sitesinin kanunlar ve kararlar sayfasında mevcuttur. 27 Şubat 1946 tarihinde Kahire’de imzalanan, 27 Aralık 1949 tarihinde Ankara’da onaylanan, 15 Mart 1950’de Bakanlar Kurulu Kararı’yla uygulamaya başlanılan Amerika ile yaptığımız anlaşma ortadadır.
Ahmet Davutoğlu ne zaman ağzını açsa bir hakikat perdesi aralanıyor. Bir de her seferinde "Başbakanlığım döneminde bu gerekçeleri sıralamıştım" demesi yok mu? O kadar uyarıda bulunmuşsun, seni hiç ciddiye alan olmamış, düşük profilli başbakan daha nasıl olunur?
Kanal İstanbul’un stratejik bir değeri vardır, tartışılacak olan şey asla maliyet değildir, Türkiye bağımsızlık adımını atmaya hazır mıdır, değil midir?