Erdoğan milletin sesine kulak vermelidir!
Türk insanı çok büyük bedeller ödeyerek, sağcısıyla solcusuyla büyük bir insanlık sermayesi elde etti.
Lafı daha fazla uzatmadan elde edilen sermayeyi tahayyüllerinize bırakarak, günümüze gelmek istiyorum.
Solcular bedel ödedi, ne zaman para, makam ve imtiyazla tanıştı, karşı çıktıklarının hepsini bedel ödeyenler üzerlerinde taşıdı.
Ülkücüler bedel ödedi, ne zaman para, makam ve imtiyazla tanıştı, karşı çıktıklarının hepsini bedel ödeyenler üzerlerinde taşıdı.
İslamcılar bedel ödedi, ne zaman para, makam ve imtiyazla tanıştı, karşı çıktıklarının hepsini bedel ödeyenler üzerlerinde taşıdı.
Beka ve hainlik gibi kavramları tarafların dillerinden söküp alsak, birbirlerinden yaşantı olarak da, istek olarak da bir farkları kalmadı.
Sadece o makamlarda bizler bulunalım, sadece konforlu hayatın tadına bizler varalım çırpınışları var.
Bu ülkenin istikrar ve beka sorunu varsa, para, makam ve imtiyazlara değer verildiği kadar, sorunların çözümünde değerler üretilememesidir.
Erbakan’ı tabu haline getiren kendi seçmen kitlesiydi; bütün verilmiş sözler, bütün geçmiş bir anda aynı yapının içinde bulunan insanlar tarafından, bir kısım insanlara siyasi sermayenin neredeyse bütün hisseleri devredildi.
Erbakan kendi seçmeni tarafından İslam Ülkelerinin lideri ve halifesi olduğuna inanılan bir adamdı.
Erbakan komutan, seçmen askerdi.
Erbakan’ın kendi el emeği, göz nuru olan bir siyasi çalışma olmasına rağmen, o seçmen kitlesi Erdoğan’ın başını çektiği siyasi harekete dahil oldu.
Aslında 12 Eylül Darbesi sonrası kurulan ANAP döneminde de Erbakan bu tecrübeye sahipti, oraya kayan seçmen kitlesini yeniden toplaması ANAP’ın sorgulanmaya başlamasıyla, erimeye başlamasıyla gerçekleşti.
Aynı tecrübeyi CHP de, MHP de yaşadı.
Rüzgar ne kadar eserse essin, açılan yelkeni iyi idare edemeyen kaptan seçmen tarafından değiştiriliyordu.
Geminin batacağını hissettiği an kaptan ve mürettebatı değiştiren bir seçmen kitlesi olduğu da söylenebilir.
Buradaki gemi bütün halkın taşındığı bir gemi değil, kazanımları, daha çok da kazançları üzerinde taşıyan bir gemidir.
Bir hareketin zedelenmeye başlamasını o hareketin liderinin kutsanmaya başlamasıyla anlamak gerekiyor.
Dağılmamak için lidere bağlılık yeminleri yapanlar, rüzgar ters esmeye başladığında gemiyi ilk terkeden insanlar oluyor, bu değerlendirmemiz bir varsayım olmaktan çıkmıştır, yaşanan tecrübelerle sabit hale gelmiştir.
Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e de aynı şeyi yaşattılar, O’nu tabu haline getirenler, köşkte bir başına yaşamaya mahkum ettiler.
Özal’ı bitiren de budur, Erbakan’ı bitiren de budur, Erdoğan’ı bitirecek olan da budur.
Ne zaman ki liderin lafının üzerine laf söylenmeyecek bir duruma gelinirse, bütün hareket tek kişinin omuzlarına yüklenmiş olur, o yükü de kimse taşıyamaz.
Osmanlı’yı 630 yıl ayakta tutan tebanın sesine kulak vermesidir, değilse kurulmuş devlet yapısında babadan oğula geçen hanedanlığa kimse boyun da eğmezdi, rıza da göstermezdi.
Seçilme endişesi olmayan, bir miras olarak soydan gelen padişahlık yönetim sisteminde halkın istek ve talepleri dikkate alınmışsa, seçilmişlerin bir miras ve müktesebat hakları olmayacağına göre daha fazla halkın istek ve taleplerini dikkate alması gerekiyor.
Siyasilerin dikkatini dağıtan gerçek de, kendilerinin hep o makamlarda kalacağı zehabına kapılmasıdır.
O makamlarda bulundukları dönemde yedi sülalesine yetecek kadar bir sermaye biriktirecek duruma gelmeleridir.
Kendileri o makamlardan uzaklaşsa dahi, yaşantı konforlarında bir eksiklik olmayacaktır, olan halka olacaktır, işte onun içindir ki; siyasiler halkı yönlendiren ve halka istediklerini seçtiren değil, halkın siyasileri yönlendiren ve siyasete iradelerini ortak kılan olmaları gerekiyor.
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) dizi dibinde yetişen, O’nunla namazda da, cephede de aynı saflarda yer almış; oğlunu, babasını, kardeşini savaşlarda şehit vermiş insanların bile Peygamber Efendimizin vefatından sonra nasıl imtiyazın ve ganimetin peşine düştüğünü görüyoruz.
Asr-ı Saadet masal gibi anlatılmak için değil, o dönem bizlere bir örnek olsun diye yaşanmıştır.
1400 yıldır bu gerçeği kavrayamayan Müslümanların burnu sürtülmekten kurtulamayacaktır!
Erdoğan bu ülkeyi kalkındırmıştır, bedel ödeyerek yetişen insanlarımız biriktirdikleri insanlık sermayesini hoyratça, sanki babalarından kendilerine bir miras kalmış da mirasyedi bir evlat gibi tüketecek duruma gelmiştir.
Bir Dünya Lideri burnunun dibindeki adamları göremiyorsa, kendi topraklarında devleti birlikte yöneteceği insanları seçemiyor, sağır sultanın bile duyduğu kendinin duymazlıktan geldiği şaibeli insanları gözümüze sokuyorsa, O da sermayesini tüketmeye başlamıştır, demektir.
Devlet yönetiminin önceliği insanların sofralarıdır, ülkenin kalkınmasıyla birlikte soytarıların kalkınması değildir.
Bu millet evine gelen misafirin karnı doymadan tabağa kaşık bile sallayamaz, bu milletin sırtından kalkınan insanlar masalarından bir çeşidin dahi eksileceğini hissettikleri anda, masanın baş köşesine oturttuğu kişiyi değiştirmekte tereddüt yaşamaz.
Erdoğan bir beka sorunu olduğuna inanıyorsa cephelerde bedenlerini canlı kalkan kılacak insanların seslerine, isteğine kulak vermelidir, kendi elleriyle enselerini kalınlaştırdığı insanların seslerine değil!