En yiğit öğretmenim bir Akıncı Beyi!
1986 Yılı.
Yakasız gömleğim, beli lastikli bol pantolonum var.
O zamanlar tercihim kumaş pantolonlar, ütülü olacak, çift çizgi en nefret ettiklerimden, beli lastikli pantolonun üst kısmında ütü izi bir yere kadar kendini korur, onun da yolu üzerine gömleği indirmek.
İçeri giriyorum.
Karayağız esmer bir adam masada oturuyor.
Gıyaben tanıdığım biri.
Heyecan da var üzerimde.
Tost yiyor, sormadan bana da getirmelerini söylüyor.
Kendimi tanıtıyorum.
Kaç kişi kendini tanıtmak için odasına gitmiştir, ziyaretçisi hiç eksik olmuyor.
İki kitap veriyor; biri Ali Şeriati’den, diğeri Necip Fazıl’dan.
“Ebu Cehil’in kıyafetiyle Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kıyafeti arasında bir fark yoktu, Allah’ın Resulü giyiminde temizliğe dikkat etti. Şu halinle en fazla fıkıh ilmi tahsili yaparsın ya da kıyafetin seni bir yerlere monte eder, hepsi o kadar. Dava mücadeledir, kıyafet değil. Şekilciliğe verilen önem, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkına verilseydi, Müslümanlar böyle olmazdı” dedi.
Tesbihatı bidat sayan, zikir dualarını parmak uçlarını sayarak yapan bir gençtim o zamanlar.
Okuyordum, verdiği kitapları da okudum.
Kendi dili de coşkuluydu, verdiği yazarların dili de.
Sonra her ikisinin de aksiyon adamı olduğunu keşfettim.
Kendisi de bir devrimciydi.
Hayatı olabildiğince sade yaşayan bir adamdı.
Elime afişler tutuşturdu, kova verdi, fırça, yapıştırıcı, “Bunları asacaksın” dedi.
Yapıştırıcı karıştırılmış suya daldırdım fırçayı, vurdum duvara, yerleştirdim afişi fırça üzerine, çektim aşağıya…
Döndüğümde, “Legal afiş asmayı öğrendin, günü geldiğinde illegal afişler de asarsın korkusuzca” dedi.
Sitem ettiklerine birlikte mektuplar yazdık, aşkının içinde Kerbela da vardı, Kur’an’ı mızraklarına geçirenler de, Hz. Ali de.
Severdi sahabenin hepsini, piri Ebu Zerr’di.
O benim sırdaşımdı.
Öfkelendiğinde de arardı, sevincini paylaşmak istediğinde de.
Saatlerce konuşurduk.
“Yaz” derdi, birçok yazımın da ilham kaynağıydı.
Yazdıklarımı da paylaşırdı kendi mülkü gibi, zaten hepsi de O’nundu.
Gururlandırırdı, onurlandırırdı.
Mirasının mirasyedilerinden sadece biriydim, bildirirdi, bilirdim.
Yiğitçe, mücahitçe, namusluca, harama bulaşmadan helal bir hayatın yaşanarak ölünebileceğini gösterdi.
O Seksen darbesinden önce de vardı.
O Seksen darbesinden sonra da vardı.
28 Şubat'tan sonra da vardı.
15 Temmuz'dan sonra da vardı.
Biz "İyi adamlık" pısırıklığına, "İlkesizlik" iki yüzlülüğüne karşı akın etmeyi, bir Akıncı'dan öğrendik.
O nasihat eden değil, yol gösteren değil, yola düşen adamdı.
Biz O'nu bir hoca, bir nutukçu olarak değil, büyük bir arkadaşımız olarak sevdik.
Öfkesi de, sevgisi de hakikiydi.
Bir hakikat adamını kaybettik.
Mertçe de yaşanarak ölünürmüş mertçe de.
Sevgisi zaten yüreğimizde, mertliktir öğrendiğimiz, namerte karşı isyandır!
kolum kanadım kırıldı be adam
yanında kendimi aciz hissettiğim tek adam
aşkını da paylaştın benimle kavganı da
sen benim başı göğe eren peygamber varisi
bütün kavgalarımın ebu zer'i ali'si
düşman edinenlere kaşını çatan
gölgesini hep üzerimde hissettiğim yiğit adam
Anadolu Dersanesi’nde tanıdım ilk. Felsefe Hocamdı.
Sonra hayatımın öğreticilerinden biri oldu.
Akıncı Beyi Nevzat Arabacı Hocama Allah rahmet etsin. Mekanı Cennet olsun.