Boğaziçi'nde akademik örgütlenmenin kovanına çomak sokuldu!
Odatv’nin 05.02.2021 tarihli, “Melih Bulu hakkında kimse bunu yazmadı” başlıklı haberde Boğaziçi Üniversitesi’nde yıllardır uygulanan akademik örgütlenme gözler önüne seriliyor.
Bu ayrıntıyı odatv’den başkasının yazmadığı doğru, onlar Melih Bulu’ya yönelik itibar suikastında bulunma niyetiyle, akademik örgütlenmenin nasıl yapıldığını düşünmeden, görmeden, işin aslını kavramadan, kendi düşünsel işgallerinin içinde akademik örgütlenmeyi bir prestije bağlamanın yanılgısına düşüyorlar ve devlete yönelik akademik örgütlenmeyi de Melih Bulu tartışmasının sığlığında devam ettiren bir yanlışa...
İlgili haberde akademik örgütlenmenin nasıl yapıldığını odatv’den okuyalım:
“Bir akademisyenin Boğaziçi’nde görev yapabilmesi ilgili bölümün kararıyla veriliyor. Akademisyenlik süreci şöyle gerçekleşiyor: ‘Bir akademisyenin Boğaziçi’ne kabul süreci sözlü mülakat ve sunumdan sonra başvurduğu bölümün tüm öğretim üyelerinin katıldığı oylama ile karar veriliyor. Eğer akademisyenin Boğaziçi’ne kabul edilirse sırayla önce Fakülte kurulunda sonra da üniversitenin yönetim kuruluna sunuluyor. Akademisyen bu iki kuruldan da yeterlilik alırsa Boğaziçi’nde göreve başlıyor. Bu sürece Rektör müdahale etmiyor.’”
Rektörün bile müdahale edemediği bir örgütlenme gerçekleştiriliyor. Akademisyen olarak Boğaziçi Üniversitesi’nde çalışmak isteyen kişi önce referanslarını oluşturuyor, öyle müracaat ediyor, onun akademik çalışmalarının hatta alanında allameyi cihan olmasının hiçbir önemi yok. Robert Koleji’nin 1970 yılına kadar oturttuğu gelenek, yine kendi teklifleriyle 1971 yılında Türkiye Devleti Hükümeti’ne devrediliyor, üniversitenin bütün masraflarını, akademisyenlerin bütün maaşlarını Türkiye Devleti karşılıyor ama akademik yapılanma Amerika’nın kurdurduğu üniversitenin akademisyenleri tarafından belirleniyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hukuk ve İletişim Fakülteleri’ni kurması kadrolaşma hareketi olarak değerlendirilirken, Boğaziçi’nde akademisyen olanların istisnasız hepsi akademik örgüt tarafından belirlendiği halde kimse o kadrolaşmaya toz kondurmuyor. Çalışan bütün akademisyenlerin adrese teslim kadrolara yerleştirildiği anlaşılıyor. Kendi dünya görüşlerine uygun olacak, sonraki alınacak akademik kadrolarda da kalkan ele uygun eller kalkacak. Kurulduğu günden buyana kendi kadrolaşmasında gedik açtırmayan, devletin parasıyla örgütlenen bir yapı mevcut.
Boğaziçi Üniversitesi'ne bir rektör atanmamıştır, yıllarca varlığını sürdüren akademik örgütün başına bir rektör atanmıştır, bu örgüt müsaade etmediği sürece atanan rektör kendine yardımcı dahi atayamayacaktır.
FETÖ’nün Türkiye’nin en zeki çocuklarını toplayarak devlete karşı işgal girişiminde bulunmasını sorgulayan devlet ve millet aklı nedense Amerikan Üs’lerinden, NATO Üs’lerinden daha tehlikeli olan Akademik Üs’leri sorgulamadığı gibi, onları sahiplenen örgütlerin de daha çok kendilerini antiemperyalist olarak adlandırılan sol gruplar olması dikkat çekiyor.
Boğaziçi Dayanışma Platformu’nun yayınladığı mektup da kanaatlerimizi güçlendiriyor.
Dayanışma Platformu’nun taleplerine bakalım:
LBGTİ arkadaşlarının itibarsızlaştırılmalarından rahatsızlar. LBGTİ arkadaşlarımıza sapkın diyemezsiniz, onların cinsel tercihleri insan haklarıdır diyorlar.
“Lezbiyenlik, geylik, biseksüellik, travestilik insan haklarıdır, kimse onların bu tercihlerini sorgulayamaz.”
Cinsel tercihlerin sorgulanmasını bir kenarda tutalım, bu cinsel tercihlerle para karşılığı tercihlerini kendi cinslerine, karşı cinslere sunuş bir fuhuş olarak değerlendirilmeyecek mi?
LGBTİ arkadaşlarının yanlarında olduklarını ifade ediyorlar.
HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutuklu yargılanmasına karşı çıkıyorlar, serbest bırakılmasını istiyorlar. O’nun için de Demirtaş’ın yanındayız diyorlar.
Kavala’nın yanında olduklarını söylüyorlar.
Hrant Dink cinayeti üzerinden de cinayeti kimlerin planladığını bildikleri halde o cinayetin sorumlularına tek laf etmeden Erdoğan’a saldırıyorlar.
KHK ile FETÖcü ve PKK’lı oldukları gerekçesiyle ihraç edilen terör örgütü üyelerine sahip çıkarak, onların yanında olduklarını da söylüyorlar.
Berkin Elvan’ın öldürülmesi üzerinden de sorgulama yapılıyor, eylem yapanların büyük bir çoğunluğunun terör örgütlerine bağlı kişiler oldukları, emniyet ayağında provokasyonu da FETÖ’nün üstlendiğini unutuyorlar.
Mesele sadece Bulu değil Gezi’de ağaç olmadığı gibi.
Akedemik örgütlenme kendi rahatsızlığını gençleri öne sürerek kamuoyu oluşturmaya kalkıyor.
Bu arı kovanına bir çomak sokuldu, hepsi başını öyle ya da böyle çıkaracak.
Sol maalesef hep bunu yaptı. 1967-1969 yılları arasında 6. FİLO’ya karşı eylemler yaptı, yaktı yıktı ama Amerikan okullarına karşı en küçük eylemleri olmadı, oralarda okumak için de can attı.
Bu ülkenin gençleri Amerika’nın FETÖ’nün, PKK’nın, burjuvanın oyuncağı yapılamaz.
Bunlar akletmese bile gençlerimiz bu alçak yapıların kucağına bırakılamaz.
Devlet kendi üniversitesine sahip çıkmaya başlamıştır.
Bu ülkenin antiemperyalistleri başları sıkıştığında neden soluğu emperyalist devletlerde alıyor dersiniz?