Baba
Sahip olduğu her şeye dokunan bir adamdı babam!
Esnaftı.
Çiftçiydi.
Siyasetçiydi.
Kocaydı.
Babaydı.
Hepsinin hakkını veren dağ gibi bir adamdı.
Büyüktü dükkanımız. Her çeşit eşya bulunurdu. Soba, karyola, yorgan, pamuk, tırpan, şeker, leblebi, çekirdek, gaz lambası, lüküs camı, gaz, benzin her şey vardı. Petrolde benzin olmazdı bizim dükkanda olurdu mesela.
Bir büyük veresiye defteri masanın çekmecesinde, küçük veresiye defteri masanın üzerinde dururdu. Osmanlıca yazardı babam alacaklarını, vereceklerini, Latin alfabesini çok ender kullanırdı.
Gündemi sadece radyodan, televizyondan takip etmezdi, bir de Tercüman Gazetesi alırdı.
Kır tarlalarımız da boş kalmazdı, sulanabilir tarlalarımız da, hepsi ekilirdi. En büyük çabası her tarlaya ağaç dikmek, ağaçlara aşı vurmaktı; her tarla başında gölgelenebileceğimiz ağaçların altında yemeğimizi yerdik, ağaçların budanmasını da aksatmazdı, meyvelerinin toplanması zamanını da geçirtmezdi.
8 kardeştik biz, hepimizle ayrı ayrı ilgilenir, hepimiz de en çok kendimizi sevdiğini hissederdik. Bir laf söylemesine gerek kalmadan ne istiyorsa hazırlanır önüne getirilirdi. Her yemek sonrası sade kahvesi hazır olurdu.
Takım elbise giyerdi, kravat takardı, üst düğmeden yeleğinin cebine uzanırdı zinciri cep saatinin.
Her sabah erken kalkar, güneş üzerine doğmazdı, birkaç sayfa Kur’an okur, sonra sabah namazını kılmak için camiye giderdi. Beni de götürdüğü olurdu yanında.
Dükkanla ilgilenmesi bir ibadet gibiydi, tarlalarla uğraşması bir ayin, evinde vakit geçirmesi bolluk, bereket ve neşeydi.
Yedi kızın bir erkek kardeşiydim.
Sekiz çocuğun da babası aynıydı, hepsi de hem korkar hem de çok severdi.
Kendime bakıyorum şimdi.
İlgilendiği hiçbir şeyin hakkını vermeyen bir adam.
Yetim ve öksüz...