20 yaşındayken zulme başkaldırdı!
Yakın zamanda bir arkadaşımla karşılaştık.
Daha önce de birkaç kez karşılaşmıştık, her seferinde sesinden tanıyan bir utancı yaşamıştım.
Zihnim meşgul olduğunda yan masada oturan yakın arkadaşlarımı bile farkedemeyebiliyorum, sonraki karşılaşmalarımızda sitemlerini bir şekilde duyuruyorlar, aklımdan ‘madem ben farketmedim niye sen seslenmedin’ diyecek oluyorum, onu da kendime yediremiyorum.
Uzun bir aradan sonra ilk kez konuşuyoruz arkadaşımla, hayattan zevk alıyor, işi gücü yerinde, geçmiş dönemde haftada bir sabah kahvaltıları yaptığımız, peşisıra tefsir sohbeti yaptığımız arkadaşlarımdan biri.
İslamcılığın bittiğinden yakınmıyor, bir üzüntüden daha çok sonuç alınamayan uzun birlikteliklerin yorgunluğunu üzerinden atmış, “Sporunu yapacaksın, saunana gireceksin, dizini seyredeceksin” diyor.
Bazı insanların gerçekten de zarar veren ya da zarar verebilecek olan durumlarda kendi hayatına çekilmesi faydalı bile olabilir. Beklentinin kendisinden değil de birlikte olduğu insanlardan semereye dönüşmesini beklemek, birilerinin varlık gösterip göstermesine bağlı bir varlık gösterme inancını paylaşmak, insanımızı yılgınlığa sürüklemektedir.
Mahşer’de insanın annesini, babasını, eşini, kardeşini, kızını, oğlunu, arkadaşını tanımayacağını, kendi derdine düşeceğini bilmemize rağmen, inançlarımızı kendi beyinlerimize, yüreklerimize, bedenlerimize sağlam kazıkla bağlamıyoruz.
İnsanın yakın arkadaşlarını örnek göstererek, birlikte olduğu cemaat mensuplarını sorgulayarak, farklı siyasi düşüncede dahi olsa muhafazakar bir partiyi suçlayarak kendinin suçlanacağı bir hayatı yaşamayı tercih etmesi, Allah’a, Kur’an’a, Peygamber’e inancı değil, kendi yaşadığı çağda insanların yaşam tercihlerine inanıp inanmamayı, Allah’ın buyruklarını o insanların yaşaması karşılığında kendisinin de etkilenebileceği kurnaz bir akıl oyununda evcilik oynamasına benziyor.
Hepimiz günahkar insanlarız; bir insanın Müslümanlığını üzerinde gösterip de Allah’la kendi arasında bilinen hırsızlığı, dolandırıcılığı, sahtekarlığı, talanı, rüşveti, zinası, tefeciliği olabilir; “Ey iman edenler yeniden iman edin” ya da “İman ettik demekle başı boş bırakılacağınızı mı sanmıştınız?” buyruklarına teslim olmaktan başka kurtuluşumuz olmadığını bilmek zorundayız.
İşlediğimiz günahlar en masum yüzüyle dahi yanımıza yaklaşacak olsa, el sürmeyecek bir iradeyi kuşanmak da zorundayız.
Belki bulaştığımız günahlar gün yüzüne çıktığında dünyaya rezil olabiliriz ama tevbe bizleri dünya hayatımız son bulduğunda kurtuluşa erdirecektir.
İnsanın günahlarına teslim olması yeni günahları artıran, dönüşü olmayan bir günah deryasına sürükleyecektir. Tehditler, şantajlar, her türlü baskı insanı daha büyük esaret altına aldıracaktır, bir kez rezil olmak, bin kez ölmekten daha iyidir.
Aynı gün bir çay ocağında başka bir arkadaşımla karşılaşıyoruz, benzer şeyleri konuşuyoruz, O da diyor ki; “Yanlışlarla uğraşmak, yanlışları riyaset karşısında seslendirmek insanı yalnızlaştırır!”
Bugüne kadar hiçbirimiz İslam’ın ahkam ayetlerini dahi yaşamadık ki, insanın yalnızlaşması sağlamasını yapabilelim, ayrıca inancını yaşayan insan yalnızlaştırılıyorsa O’nun Allah’ı vardır, yetmez mi?
İnancını yaşayan insanın sadece inançlı dostları olur, birbirimize benzediğimiz için inançlı insanların dostluğunu da tanımıyoruz, inancımızı yaşadığımızda Allah’ın bize nasıl dost olabileceğine de inanmıyoruz!
Bizleri kurtuluşa erdirecek olan da Cehennemin dibine boylatacak olan da kendi yaşantımız olacaktır!
Uçan kaçanların etrafında çöreklenen ya da inancının dava adamlığını öne sürerek makamlarda uçmak, insanı kurtarmaz; ayağı yere basan, her an toprakla buluşabileceğine inanan bir insan kendini kurtarabilir.
Yüzlerce ayeti, yüzlerce hadisi, yüzlerce menkıbeyi yorumlayan insanların bilgi üstünlükleri, yaşadığı sistemle başını derde sokmuyorsa “Bilenle bilmeyen bir olur mu” hükmünün en fazla onları hesaba çekeceğini söylemek, bizim gibi baldırı çıplak insanlara düşmez!
Akıldaneler, köle Bilal’in, Yasir Ailesi’nin kimsesizliklerine rağmen hatta Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sabır dilemekten başka çaresizliğini okumalarına rağmen “Boyunu aşan adamlarla uğraşma” da diyebilir.
Ölüm var bu hayatta, kendimizi öldürmeden ölümün gelmesini beklemek ne güzel bir ölüm olacaktır; hicret de edebiliriz, yerimizden yurdumuzdan da olabiliriz, varımızı yoğumuzu da kaybedebiliriz, bir dilim ekmeğe, bir yudum suya muhtaç da kalabiliriz, müşrikler tarafından aç bırakılan Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Kerbela bir masal değil bayım!
Hilful-fudul kurulduğunda Peygamber Efendimiz daha 20 yaşındaydı, dışardan Mekke’ye gelenlerin mallarına el konulduğunda da karşılarına Hz. Muhammed (s.a.v.) ve arkadaşları dikiliyor, mallarını düşük fiyatla almak isteyen Ebu Cehil’in karşısına da Hz. Muhammed (s.a.v.) dikiliyordu.
Mekke’nin ileri gelenleri aldıkları malın parasını vermediğinde de kapılarına omuz vuran Hz. Muhammed’di.
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Peygamberliği öncesi verdiği hak ve hukuk mücadelesi bile bir destandır, onlarca adamı olan Ebu Cehil’i bir başına kendi evinde tir tir titretmiştir. Alacaklının alacağını elinden almış, borçlu olduğu adama teslim etmiştir. Mekke sokaklarında, her evde Hz. Muhammed’in Ebu Cehil’e nasıl posta koyduğu konuşulmuştur.
Bir insan bir haksızlığa uğradığında gidebileceği bir Müslüman var mı?